Doğum yeri ve tarihi hakkında çeşitli rivayetler vardır; bunların içinde doğruya en yakın görüneni, onun Konya'nın Hadim ilçesinin Gezleve köyün
XVII. yüzyılda Gevherî ve Karacaoğlan ‘la birlikte Türk saz şiirinin önde gelen isimleri arasında yer alan Âşık Ömer, geniş halk kitleleri tarafından benimsenme açısından da müstesna bir yere sahiptir. Kendisinden sonra gelen âşıklardan birçoğu ona nazireler yazmış, bestelenmiş şiirleri çeşitli meclislerde çalınıp okunmuştur. Âşıkâne ve sûfıyâne mahiyetteki bazı manzumeleri ise bir tür ilahi gibi uzun zaman tekke ve zaviyelerde terennüm edilmiştir. Asker ocağında bulunması dolayısıyla hem serhat boylarının biraz serbest ve maceralı hayatını yaşayarak dile getirmiş, hem de klasik şiirin mecaz, vezin, kafıye ve edebi sanatlarını, hatta biraz da dilini kullanarak o çevrelerin havasını yansıtmıştır.
Kendisinden önce gelen saz şairlerinden farklı olarak klasik Türk edebiyatından büyük ölçüde etkilenen Âşık Ömer, bilhassa aruz vezniyle yazdığı divan’larda divan şiirinin kalıplaşmış mazmun ve hayal dünyasına büyük ölçüde yer vermiştir. Daha sağlığında üstat kabul edildiği için kendisinden sonraki şairler arasında onun gibi yazmak bir moda haline gelmiş, bu da halk şiirinin kendi içinde tabii bir şekilde gelişmesini engellemiştir. Onun açmış olduğu divan şiirini taklit cereyanı yüzünden saz şiirinin eski saflığı ve dili fark edilir şekilde bozulmuştur. Geriye bırakmış olduğu 2000’den fazla şiirle Türk edebiyatının en çok yazan şairlerinden biri olarak tanınan Âşık Ömer hece vezniyle söylediği şiirlerde daha başarılıdır.
XVIII. ve XIX. yüzyılda yetişen bütün saz şâirleri Âşık Ömer’i kendilerinin üstadı olarak kabul etmişler ve kendisine hürmet beslemişlerdir. Vehbî Efendi, Kethüdazâde Arif Efendi, izzet Molla gibi yazarlar ve şairler de onu, saz şâirlerinin en büyük üstadı olarak kabul ederler. Hüseyin Ayvansarayî’nin, onun şiirlerini toplayarak bir dîvan hâline getirmesi de Âşık Ömer’in şöhretine başka bir delildir. Ressam Levnî’nin Âşık Ömer’in perişan halini tasvir eden bir resmini yapmış olması da şâirimizin ünü bakımından ayrıca zikre değer.
Âşık Ömer’in hece vezniyle yazdığı koşma, türkmanî, semaî, varsağı ve destanları, aruz ile yazdıklarına nazaran daha güzel olduğu gibi üslûp ve ifâde bakımından da daha tabiî, canlı ve temizdir. Âşık Ömer’in birçok koşmaları bestelenmiş olup, hâlâ dillerde dolaşmaktadır. Âşık Ömer, kendisinden evvel yetişen Kâtibi, Kuloğlu ve Kayıkçı Kul Mustafa’nın tesiri altında kalmıştır.
Düzenli bir medrese tahsili görmediği anlaşılmakla birlikte devrin kültür muhitleri içinde bulunmak suretiyle kendi kendini yetiştirmiş ve aynı devrin diğer aşıklarına göre daha seçkin bir yer kazanmıştır. Şerifî adlı bir şairden ders aldığı, başta Fuzûlî olmak üzere klasik edebiyatın belli başlı büyük şahsiyetleri yanında Hâfız’ın divanı ile Sa’dî’nin Gülistân’ını okuyacak kadar Farsça öğrendiği anlaşılmaktadır. Yazdıklarına ve rivayetlere bakılarak orduya girdiği, sınır kalelerinde bulunduğu, hatta bazı savaşlara katıldığı tahmin edilmektedir. IV. Mehmed’in 1678’de Çehrin Kalesi’ni fethi münasebetiyle bir manzume yazdığı gibi, II. Ahmed’in saltanat yıllarındaki Rus, Venedik ve Avusturya seferleri ve II. Mustafa’nın bir gazasıyla ilgili bazı manzumeler de yazmıştır. Şiirlerinden İstanbul, Bursa, Yama, Sakız, Sinop ve Bağdat gibi yerleri dolaştığı anlaşılmaktadır. Başlangıçta divan şairlerini taklide özenerek Adlî mahlasını kullanmış, Ömer mahlasını daha sonra benimsemiştir. Şiirlerinde Bağdat’tan Tuna’ya kadar uzanan geniş bir coğrafya yer almakla beraber bazı şiirlerinin hayal mahsulü olduğu tahmin edilmektedir.
XVII. yüzyılda Gevherî ve Karacaoğlan ‘la birlikte Türk saz şiirinin önde gelen isimleri arasında yer alan Âşık Ömer, geniş halk kitleleri tarafından benimsenme açısından da müstesna bir yere sahiptir. Kendisinden sonra gelen âşıklardan birçoğu ona nazireler yazmış, bestelenmiş şiirleri çeşitli meclislerde çalınıp okunmuştur. Âşıkâne ve sûfıyâne mahiyetteki bazı manzumeleri ise bir tür ilahi gibi uzun zaman tekke ve zaviyelerde terennüm edilmiştir. Asker ocağında bulunması dolayısıyla hem serhat boylarının biraz serbest ve maceralı hayatını yaşayarak dile getirmiş, hem de klasik şiirin mecaz, vezin, kafıye ve edebi sanatlarını, hatta biraz da dilini kullanarak o çevrelerin havasını yansıtmıştır.
Kendisinden önce gelen saz şairlerinden farklı olarak klasik Türk edebiyatından büyük ölçüde etkilenen Âşık Ömer, bilhassa aruz vezniyle yazdığı divan’larda divan şiirinin kalıplaşmış mazmun ve hayal dünyasına büyük ölçüde yer vermiştir. Daha sağlığında üstat kabul edildiği için kendisinden sonraki şairler arasında onun gibi yazmak bir moda haline gelmiş, bu da halk şiirinin kendi içinde tabii bir şekilde gelişmesini engellemiştir. Onun açmış olduğu divan şiirini taklit cereyanı yüzünden saz şiirinin eski saflığı ve dili fark edilir şekilde bozulmuştur. Geriye bırakmış olduğu 2000’den fazla şiirle Türk edebiyatının en çok yazan şairlerinden biri olarak tanınan Âşık Ömer hece vezniyle söylediği şiirlerde daha başarılıdır.
XVIII. ve XIX. yüzyılda yetişen bütün saz şâirleri Âşık Ömer’i kendilerinin üstadı olarak kabul etmişler ve kendisine hürmet beslemişlerdir. Vehbî Efendi, Kethüdazâde Arif Efendi, izzet Molla gibi yazarlar ve şairler de onu, saz şâirlerinin en büyük üstadı olarak kabul ederler. Hüseyin Ayvansarayî’nin, onun şiirlerini toplayarak bir dîvan hâline getirmesi de Âşık Ömer’in şöhretine başka bir delildir. Ressam Levnî’nin Âşık Ömer’in perişan halini tasvir eden bir resmini yapmış olması da şâirimizin ünü bakımından ayrıca zikre değer.
Âşık Ömer’in hece vezniyle yazdığı koşma, türkmanî, semaî, varsağı ve destanları, aruz ile yazdıklarına na-zaran daha güzel olduğu gibi üslûp ve ifâde bakımından da daha tabiî, canlı ve temizdir. Âşık Ömer’in birçok koşmaları bestelenmiş olup, hâlâ dillerde dolaşmaktadır. Âşık Ömer, kendisinden evvel yetişen Kâtibi, Kuloğlu ve Kayıkçı Kul Mustafa’nın tesiri altında kalmıştır.
________________________________________
Eserlerinden bazıları:
1
Şu karşıdan gelen dilber
Gelir amma neden sonra
Bir selama kail oldum
Verir amma neden sonra
Bahçede açılan güller
Dalında öten bülbüller
Bizi zemmeyleyen diller
Çürür amma neden sonra
Gördüm yarimin yüzünü
Öptüm dostumun gözünü
Aradım buldum izini
Buldum amma neden sonra
Kolumdan uçurdum bazı
Yeter ettin bana nazı
Aşık Ömer’in niyazı
Geçer amma neden sonra
2
Bu gün ben bir güzel gördüm
Yeşiller giymiş ağ üzre
Aklımı başımdan aldı
Durabilmem ayağ üzre
Beni mest eden camıdır
Gonca gülün eyyamıdır
Her biri bir haramidir
Kirpikleri kapağ üzre
Mah cemaline bakılır
Ben kulun yanup yakılır
Söyledikçe bal dökülür
Leblerinden dudağ üzre
Cemali hüsnü alişan
Ol Yüsufdan almış nişan
Siyah zülüfler perişan
Dökülmüş al yanağ üzre
Aşık Ömer geldi ise
Hak inayet kıldı ise
Ferhad dağı deldi ise
Ben koyam dağı dağ üzre
3
Ela gözlerine kurban olduğum
Yüzüne bakmağa doyamadım ben
İbret için gelmiş derler cihana
Noktadır benlerin sayamadım ben
Aşkın ateşidir sinemi yakan
Lütfuna irer mi cevrini çeken
Kolların boynuma dolanmış iken
Seni öpmelere kıyamadım ben
Terk eyledim ağalarım beylerim
Bozbulanık seller gibi çağlarım
Anın içün ben ah idup ağlarım
Ayrılık oduna doyamadım ben
Kaldı deli gönül kaldı hep yasta
Mevla’m erdir beni murada kasda
Aşık Ömer eydur sevgili dosta
Allah’a ısmarladık diyemedim ben
Koşma
Devlet hümâsını tutayım derken
Uçurdum kolumdan bâz elden gitti
Cehd- idüp ardından yeteyim derken
Hazır turna ile kaz elden gitti
Hûda’nın virdiğ(i)ne olmadım kail
Gönül ata, dona, dilbere mail
Olmuş iken bir dev devlete nail
Kıymetin bilmedim tez elden gitti
Yine cûş-eyledi bu derdli yürek
Sinemi çak etti bu devr-i felek
Mevlâ’nın verdiğ(i)ne kanaat gerek
Gönül çok isterken az elden, gitti
Mevlâ’m verse varabilsem yârime
Elim varmaz oldu kisb-ü kârime
Bir kara dumandır çöktü serime
Kış eyyamı geldi yaz elden gitti
Ömer içini gör bakma dışına
Çektiğin gelmesin kullar başına
Kimse rahm-eylemez çeşmim yaşına
Ağlayı ağlayı göz elden gitti