AnasayfaSevdiğim Yazılar

HALKLA YAŞAMAK- Yaşar Nabi Nayır

HALKLA YAŞAMAK- Yaşar Nabi Nayır   Akşam'ın sanat sayfasında değerli yazar Memet Fuat'ın bir yazısını okuduk. Edebiyatın halkla il

DENEME- MELİH CEVDET ANDAY (1915)
SANAT VE ÖZGÜRLÜK- Yaşar Nabi Nayır
18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ (Recai Kapusuzoğlu)

HALKLA YAŞAMAK- Yaşar Nabi Nayır

 

Akşam’ın sanat sayfasında değerli yazar Memet Fuat’ın bir yazısını okuduk. Edebiyatın halkla ilgisi konusunu ele almış. Geçen sayımızda çıkan Maurois’ nın «Halk için Edebiyat" başlıklı yazısını andıktan sonra aynı konuda, Chesterton’un düşüncelerini kaydediyor. Bu İngiliz düşünürü, Dickens’den söz açarken, demiş ki: «Halkın kötü edebiyatı sevdiği doğru değildir. Halk bir çeşit edebiyatı sever, bir çeşit edebiyatı sevmez. Sevdiğinin iyisini de kötüsünü de okur. Sevmediği’ne ise hiç yanaşmaz… Bir yazar, çok okunmak için kendini halkın istediği gibi yazmaya zorlamalıdır.

 

Dickens öyle mi yaptı? Hayır. O kendini halkın istediği gibi yazmaya zorlamadı. Çünkü o zaten halkın istediğini istiyordu. Dickens halkla konuşurken, yukardan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarı doğru konuştu. Çoğunluğa doğru inmedi, tırmandı. Onlar gibi duydu, onlar gibi düşündü, herkesin bildiği, herkesin anladığı şeylerden söz açtı.  Dickens’ın romanlarından okuma yazma bilmeyenler de tat alabilir, bilginler de. Çünkü çoğunluğun duyguları bütün insanlığın ortak malı olan duygulardır. Çocuk sevgisi, ölüm korkusu, barış isteği gibi."

 

Memet Fuat da bu düşünceye katılıyor. Sanatçının halka inmesi değil, halka yükselmesi gerektiğini söylüyor. Bu söz bana Reşit Galib’i hatırlattı. Devrimin halk eğitimi ilkeleri üzerine bir konuşmasını filme aldırmıştı. 1930 sıralarında bütün sinemalarımızda gösterilen bu kısa propaganda filminde, rahmetlinin kürsüden parmağını sallayarak «halka inmeyeceğiz, haşa, halka yükseleceğiz!» diye haykırışı hala gözümün önündedir.

 

Halka inelim diyenlerle halka yükselelim diyenlerin maksatları arasında öyle sanıyorum ki bir ayrılık yok. O halde, gelin sadece biçimle ilgili bu ayrımı ortadan kaldırmak için bu iki deyimi de bir yana bırakarak «halka yaklaşmak» diyelim.

 

Çünkü, sanatçıların hep kendi aralarında düşüp kalkarak görüş ve zevklerini dar bir çerçeve içinde hapsetmeleri yüzünden son yüzyıllarda bütün sanatların halktan hayli uzaklaşmış olduğu su götürmez bir gerçektir.

 

Halkla sanat arasında zamanla meydana gelmiş olan bu ayrılığı biraz olsun ortadan kaldırmak için günümüz sanatçılarının, hele memleketimizde, halka yaklaşmak için yeni baştan bir çaba göstermeleri çok yararlı olur, sanıyorum.

 

Diyeceksiniz ki: «Sanatçının mizacı neyi emrediyorsa onu yapmasına, kendisine yol gösterilmemesine taraftarsın. Şu halde nasıl oluyor da ona böyle yol gösterici bir öğütte bulunabiliyorsun?» Anlatayım: Mizacının emrettiği yolun dışında sanatçı için hayat hakkı olmadığına inanıyorum. Yalnız dış telkinlerin zaman zaman onu bilerek ya da bilmeyerek bu yolun dışına sürüklediğinden de şüphe etmiyorum. Halkın rağbet ettiği sanat tarzlarını küçümseyen bir ortam içinde, hatta en halkçı duygular besleyen bir sanatçının bile etki altında kalmaması, ayıplanmak korkusuyla halkın kolay kolay hazmedemeyeceği acayipliklere, çetrefil deyişlere, aşırı yeniliklere kendini kaptırmaması mümkün mü?

 

Bizim sanat ortamımızda geçerli olan hava daha çok bugünkü Fransız estetiğiyle beslenmiştir. Fransa’da ise son zamanlarda bütün sanatlar, halktan uzaklaşmaya. fikrileşmeye doğru gidiyor. Maupassant’lar, Hugo’lar gibi hala etkisini sürdüren, halkın gözdesi dev yazarlar orada öylesine bir tepki yaratmışlar ki ağzınızla kuş tutsanız halka inen bir yazarı sanat ortamına kabul ettiremezsiniz. Bugünkü Fransız edebiyatının en ölçülü düşünürlerinden biri olan Maurois bile bu yüzden küçümsenmiyor mu? Caldwell’e, eserleriyle temasa gelince hayran olup da bazı romanlarının dört milyon satıldığını öğrenince dirsek çevirenlere bile rastlarsınız. Neden? Bakıyorlar, Proust, James Joyce, Kafka, adları dilden düşmeyen büyük büyük romancılar. Oysa çok az okunuyorlar. Demek gerçek sanatı halk anlamaz, ancak taklidine yüz verir, deyip çıkıyorlar işin içinden.

 

Ama değil öyle! Balzac da, Hugo da, Tolstoy da, Dickens de çok okunmuş yazarlar. Bunların büyük sanatçılar olduğunu inkara da dilimiz varmaz. Şu hal de, halkın rağbeti başlı başına bir ayıp sayılamaz. Hatta bir erdem sayılabilir. Bir yazar, sanat değerini düşürmeden çok okunmanın yolunu bulmuşsa, geniş halk yığınları üzerinde etki yaratabiliyorsa daha çok övülmeye layık olmaz mı?

 

Bir Türk sanatçısı için bu şart daha da büyük bir önem taşır. Halkımızın yüzde seksen kadarı okuma yazma bilmiyor. Okuma yazma biliyor farz ettiklerimizin de belki yüzde sekseni eline kitap almıyor. Alanların da gene ihtimal yüzde seksene yakin bir çoğunluğu, yeni sanatı anlamıyor, sevemiyor. Bu şartlar içinde, bir Türk ressamı, bir Türk yazarı halka yaklaşmaya çalışıyorsa nasıl ayıplarız onu? Hatta bu çabayı onu sanatından fedakarlıkta bulunmaya sürüklüyor gibi görünse de gene tuttuğu yolda onu teşvik etmek bizim için bir memleket borcudur.

 

Her şeyden önce sanatçılarımızı çağdaş Fransız estetiğinin baskısından kurtarmaya çalışmalıyız. Çünkü bugün hiç bir memlekette halka yaklaşma isteği Fransa’daki kadar hor görülmüyor. Gene hiç bir yerde sanatın halka yaklaşmasından elde edilecek yararlar ülkemizdeki kadar büyük olmayacaktır.

Türk edebiyatçısı kendini «halkın istediği gibi yazmaya zorlasın» demiyoruz. Hiç değilse, halkın istediği gibi yazmak geliyorsa içinden eş dost ayıplar korkusuyla vazgeçmesin, eş dost da bu çeşit hevesleri ayıplamaktan vazgeçsin, diyoruz, Yeni Türk Edebiyatı, «Edebiyat-ı Cedide gibi, halkın dışında, halka karşı bir iki bin kişinin malı olmakla öğünmesin, hatta bundan biraz utanç bile duysun diyoruz. Herkesin anlayabileceği, sevebileceği tarzda eserlerin de sanata mal olabileceğini, tarih boyunca gelip geçmiş yüzlerce örneği göz önüne getirerek hatırlayalım, diyoruz.