NAMUSLU EDEBİYATÇI- Yaşar Nabi Nayır Namuslu adamdı Sait Faik. Ömrü boyunca namuslu kaldı. Yalnız namuslu olmakla yetinmedi, insanları değerlendirmekt
NAMUSLU EDEBİYATÇI- Yaşar Nabi Nayır
Namuslu adamdı Sait Faik. Ömrü boyunca namuslu kaldı. Yalnız namuslu olmakla yetinmedi, insanları değerlendirmekte en başta namus ölçüsünü kullandı. Ama namus anlayışı tamamıyla batılı idi. Namuslu olmak onca başkasına kötülük etmemek, başkasını bile bile aldatmamak demekti. Vücudunu satan bir kadını bile başkalarına kötülük etmiyor, yalan söylemiyorsa namuslu sayardı.
Bu sayımızda Şerif HuIusi’nin, Sait’in delikanlılık çağına ilişkin anısında anlattığı, kumarda kağıt düzen birine karşı kabaca sayılabilecek hareketi onda bu namus görüşünün ne kadar erken uyanmış olduğunu gösterir. Ticaret hayatında dikiş tutturamayışının hikayesini de bir yerde anlatmıştır. Yeni ürünlerin piyasaya sürüldüğü mevsimde üreticinin elinden yok pahasına kapattığı malı soğuk kış aylarını bekleyip yüksek fiyatlarla satmak bile onun namus anlayışına sığmıyordu .
Sanat hayatında da son nefesine kadar namuslu kaldı. Ta ilk denemelerinden son hikayelerine kadar yazarlık hayatını adım adım izlemiş ve bütün bu süre içinde onunla sürekli ilişkide bulunmuş bir dergi sahibi olarak buna tanıklık edebilirim. Hayatımda tanıdığım yazarlar arasında en dürüstlerden biriydi.
Verdiği sözde durmadığı, yarın getiririm dediği bir yazıyı bir ay beklettiği, yaparım dediği bir şeyi yapmadığı olmadı mı? Çook! .. Ama bunlar onun sanatçı kaprisleriydi. Her şeyden olduğu gibi kendinden de hoşnut olmayan bir insanın kendi sözlerine, hareketlerine fazla önem vermemesini tabii karşılamak gerek. Yapmadığı bir şey vardı: Yazısını beğendirmek ya da kendini daha çok tanıtmak için pek çoğumuzun hoş göreceği çarelere hiçbir zaman başvurmadı. Bu onda ustalık çağının getirdiği bir küçümseme değildi. Daha ilk yazılarını bastırdığı sıralarda bile, ancak yazmadan edemeyeceği şeyleri yazmış, bu yazdıklarını da, kendine güvensizliğin verdiği bir hoşnutsuzlukla ancak ısrarlar karşısında elinden çıkarmıştır.
Son yazıları dahil, birkaç hikayesini birden getirdiği zamanlarda bile, ta sonuncuyu da okutmadan bırakmaz, beğenildiğine emniyet getirip içi rahat etmedikçe parasını almazdı. Ben o yazıları okurken rahatsız ve tedirgin bir tavırla karşımda bekleyişi hala gözümün önündedir. Yazısının çok güzel olduğunu söylediğim zamanlar: "Yok be! Sahi mi?» diye bir çocuk gibi sevindiğini, ama acaba numara mı yapıyor gibilerden gene de bir şüphe bulutunun gözlerinden sıyrılmadığını görür, bu sapına kadar namuslu adamın boynuna sarılmamak için kendimi zor tutardım. Böyle taşkınlıklar ne benim adetimdir ne de o böyle şeylerden hoşlanırdı.
Doğrudan doğruya kendisine yapılmış bir haksızlık, bir bayağılık dışında başka bir yazarı çekiştirdiğin; hatırlamıyorum. Ama kalleşliğe katlanamazdı. Sırtını sıvazlarken, ayağına çelme takanlara ana avrat sövmekten çekinmezdi
Genç sanatçıların değer bakımından da, ün bakımından da en büyüğü olduğu halde bir gün bile kurumlandığını, üstatlık tavırları takındığını, kendinden küçüklere yukardan baktığını görmedim. Herkese bol bol kullandığımız üstat sözünü yalnız ona söyleyemezdik. Fena halde kızacağından, tersleyeceğinden korkardık. Bu kadar büyük bir iş görmüş adam, hep ömründe ciddi bir iş tutmamış olmanın utancını taşımıştır.
İlgilenmediği, kendisine gönderilen ateşli mektupları cevapsız bıraktığı, tebriklere, alkışlara başını çevirmediği olmuşsa kendini bu çeşit övgülere layık görmediğinden ya da bunların içtenliğine inanmadığından olmuştur. Çünkü aydınlar, sanatçılar onu çok hayal kırılışına uğratmıştı. O yüzden en candan, en vefalı dostlarını Ada balıkçıları, arabacılar, küfeciler arasında aramış olmasına şaşmamalıyız.
Yazarlık hayatının dış ilişkilerinde olduğu kadar iç örgüsünde, yani yazış tarzında da gene ömrünün sonuna kadar namuslu kaldı. Hiçbir zaman şaşırtma yoluyla, büyük laflar ederek, büyük davaların savunucusu görünerek ilgi ve alkış toplamaya kalkışmadı. Bir diyeceği varsa hiçbir beğendirme çaresine başvurmadan, süsleyip püslemek küçüklüğüne düşmeden düpedüz söyledi onu. Sözünü sakınmazdı da. Aman Sait, şu cümleyi sil, kötü niyetli adamlar bundan şu anlamı çıkarır, zaten pusuda bekledikleri için hemen çullanırlar, dendi mi, şaşırtır, kızar, içinde bir kötü niyeti olmadan yazdığı sözü, pek zorda kalmadıkça çıkarmaya yanaşmazdı.
Aramızda yaşamış bu ahlak anıtını hayasızca yazılar karalamış bir serseri gibi tanıyan yada tanıtmaya çalışan insanlar çıkmış olmasına nasıl şaşmazsınız?
Kötü giyinmişse, bayağı dediğimiz yerlerde dolaşmış, ayak takımı dediğimiz insanlarla, sokak kadınlarıyla düşüp kalkmış, bir iş tutmamış, içmiş, kumar oynamış hovardalık etmişse ve bütün bunlar birer kötülükse bunun kötülüğü yalnız kendine olmuştur. Vaktinden önce ölümüyle bu yaşayışın bize de zararı dokunmuş olduğunu söyleyecekler çıkarsa onlara bize miras bıraktığı ölümsüz eserlerinden çoğunu biraz da bu yaşayışa borçlu olduğumuzu hatırlatmak isterim.
Biraz daha özenle, yazılarında, dikkatinden kaçmış kusurları, ufak tefek Türkçe hatalarını düzeltmesi işten bile olmadığı kendisine hatırlatıldığı zaman, diyeceğini demiş bir insanın böyle ıvır zıvıra boş veren haliyle «Beğenmeyen okumasın" der geçerdi. Kendinden istenen bu küçük dikkat bile ona, sokağa çıkmadan önce olduğundan güzel görünmek için boyanan bir kadının gereksiz ve aldatıcı süslenmesi gibi görünürdü.
Son hikayelerinde derinleşmeye, karanlıklaşmaya doğru yönelişinde, sanatındaki biteviyelikten usanmış olanlara bir yenilik gösterip ilgilerini çekme hevesi görenler yanılırlar. Bu çeşit hikayelerini son yıllarda, gazete röportajı seviyesine indirilmiş sakat bir gerçekçilik anlayışının fazlaca taraftar bulmasına karşı bir tepki saymak daha doğru olur. Sanat sorunlarını tartışmayı pek sevmeyen Sait’in son zamanlarında fırsat düştükçe bu gerçekçilik tutkusunu acı sözlerle yerdiğini arkadaşları hatırlayacaklardır.
Büyük edebiyatçılar, yarına kalacak sanatçılar biraz da bu yanlarıyla kendilerini belli ederler zaten: ün peşinde koşmazlar, okuyucu tavlamak yada edebiyat tüccarlarına beğendirmek için perende atmazlar Bir diyecekleri, insanoğluna bir vasiyetleri vardır, bunu demeden edemezler de onun için yazarlar, Sait de onlardandı. Yazılarının en çok arandığı, para ettiği sıralarda bile içinden gelmedikçe yazmadı. Üç dört ay kaybolup tek satır karalamadığı oldu. Anladığı tarzda yaşamak için çok ihtiyaç duyduğu parayı da, alkış ve rağbeti de ne kadar hiçe saydığını, bu uğurda sanatından en küçük bir fedakarlıkta bulunmaya razı olmayışıyla ispat etmiştir.