SAHTE ŞÖHRET ŞAİRLER
Öğrencilerinin kafasını boş, gereksiz, yararsız bilgilerle doldurmak hususunda biz edebiyat öğretmenlerinin vebali büyük. Kendi devrinde bile bilinmeyen, okunmayan, bizim de okumadığımız şairleri, sanatçıları, onların üçüncü sınıf eserlerini öğrencilerimize öğretmeye, ezberletmeye çalışıyoruz. Bunda sınavların öğrencinin hayatında çok önemli bir yere sahip olmasının payı büyük. Çok uzak bile olsa sınavda çıkma ihtimalini düşünerek şairlik, sanatçılık yeteneği bulunmayan edebiyatçıları haftalarca anlatıyoruz.
Misal Abdülhak Hamit. Çok değil yüz yıl öncesinde şair-i azam (şairlerin en büyüğü) unvanı verilen bu şairimiz gerçekten bu unvanı hak ediyor mu? Kendi çağında bile okunmadığı biliniyor, ama genel bir kanıya karşı çıkma cesareti olmayan edebiyatçıların ve biz edebiyat öğretmenlerinin himmetiyle eserleri olmasa da ismi yaşıyor.
Hamit’in dili ağır, üslubu karmakarışıktır. Şiir, piyes yirmiye yakın kitap yazmış. Derslerimizde ezberden sayarız, öğrencilerimizin de ezberlemesini isteriz: Makber, Ölü, Hacle, Sahra; Eşber, Finten, Tezer; Tarık… Bir öğrenci sorsa hocam, bu kitaplardan hangisini okudunuz? Şahsen ben hiçbirini okumadım. “Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar” kitabımı hazırlarken şiirlerini okumaya çalıştım. Birkaç güzel edebi sanat örneği bulurum ümidiyle onlarca şiirini okumaya gayret ettim. Heyhat! Ne anlaşılır bir Türkçe ne ezberlenmeye değer güzellikte birkaç dize. Şiir denmesi mümkün olmayan dizeler yığını. Kütüphanemde sadece Tarık piyesi var. Birkaç sayfa okudum daha ileri gidemedim. Nazım- nesir karışık bir piyes. Piyes desen piyes değil, şiir desen hiç değil. İçinde bestelendiği için bildiğimiz bir mersiye var:
Her yer karanlık, pür nûr o mevkî
Mağrip mi yoksa makber mi yâ Rab!
Bu şiirin de Namık Kemal’in tashihinden geçtiği, Namık Kemal’in şiiri nerdeyse yeniden yazdığı biliniyor. Bir de ünlü Makber şiiri var. Bu uzun şiirin ilk bendi dışında güzel diyebileceğimiz bir bölümü yok. İlk pastoral şiirimizi yazmış: Sahra. Hani nerde?
Biz edebiyat öğretmenleri de dahil, okuyan var mı? Hamit’in eserleri sanat değeri taşısa günümüzde yeniden basılır. Kültür Bakanlığı bile basmıyor. Dâhi-i âzam denmiş, şair-i âzam denmiş ama böyle gösterişli unvanlara sahip bu sahte şöhret şairi kimse okumamış, kimse eleştirmemiş, övgülerinse haddi hesabı yok. Yahya Kemal ve Nurullah Ataç dışında kimse onu eleştirmeye cesaret edememiş.
Sadece Hamit mi? Öğrencilerimize ezberletiyoruz. Serveti Fünuncu şairler şunlardır: Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin, Celal Sahir Erozan, Süleyman Nazif, Hüseyin Siret Özsever, Ali Ekrem Bolayır, Hüseyin Suat Yalçın, Sülayman Nesip, Faik Ali Ozansoy, İsmail Safa. Yazarlar Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Safveti Ziya, Ahmet Şuayp, Ahmet Reşit…
Tevfik Fikret, Halit Ziya ve Mehmet Rauf dışındakileri bilmenin öğrenmenin öğrenciye ne yararı var. Cenab Şahabettin’in bile Elhan-ı Şita dışında elle tutulur bir şiiri yoktur. Bir de “Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi” dizesinin yer aldığı şiir. Şiir kitabının adı Tâmat. Okuyan, gören var mı? Hüseyi Sîret, Süleyman Nesib kim? Safveti Ziya, Ahmet Şuayp, Ahmet Reşit… kim bunlar? Bu isimleri öğrenmek bir lise öğrencisine ne kazandırır?
Ahmet Haşim (onun da gerçekten güzel söylemiş diyebileceğimiz şiiri iki elin parmaklarını geçmez) dışındaki Fecri Aticiler için de durum bundan farksız: Celal Sahir, Emin Bülent, Tahsin Nahit, Faik Ali, Fazıl Ahmet, Müfit Ratip, Şahabettin Süleyman … Bunların çoğu Cumhuriyet dönemini görmüş, dildeki sadeleşmeye inatla direnmişler bu nedenle de zamana yenik düşmüş, unutulmuşlar.
Hamit, Cenap Şahabettin gibi şairlerin sonraki şairlerin gelişmesi için bir basamak oldukları da söylenemez. Aksine bunlar Tanzimat döneminde cılız da olsa başlamış olan dilde sadeleşme hareketini veya düşüncesini sekteye uğratmışlar, dilin sadeleşme evrelerini geciktirmişlerdir. Sonraki dönemlerin başarılı şair veya romancıları Hamit ve benzerlerinin açtığı yolda ilerledikleri için değil Batı edebiyatını daha iyi tanıdıkları, daha önemlisi bir edebi eserde dilin her şeyden önemli olduğunu kavrayabildikleri için öncekilerden daha başarılı eserler vermişlerdir.
Faruk Nafiz dışındaki Beş Hececileri (Faruk Nafiz gerçekten hececi mi?) Ziya Osman Saba dışındaki Yedi Meşalecileri öğretmek için niçin ısrar ediyoruz?
Cevdet Kudret Solok’un Cenaze İlahisi, Sabri Esat Siyavuşgil’in Odalar ve Sofalar’ı, Vasfi Mahir Kocatürk’ün Dağların Derdi, Muammer Lütfi Bahşi’nin Dante’nin Ruhuna … Kim okumuş bu kitapları, arasak bulabilir miyiz? Yaşar Nabi’nin Varlık dergisini çıkarması önemli ama dikkate değer bir şair mi? Bu isimler kendilerinde şairlik kumaşı olmadığını anlamışlar ve kısa yoldan şiir yazmayı bırakıp başka alanlara yönelmişler. Biz niçin bu isimleri öğretmek için ısrar ediyoruz? Ya sınavda çıkarsa? Benim de sınavlara hazırlık kitaplarım var.
Kitaplarımda, derslerimde bu saydığım isimlere mümkün olduğunca çok az yer verdim. Ancak ÖSYM’nin beni de ters köşe yaptığı, benim çıkmaz düşüncesiyle kitabımda yer vermediğim bir iki şairi sorduğu da oldu.
Buna rağmen özetle derim ki okumadığımız, sevmediğimiz, yeteneksiz olduğunu bildiğimiz, öğrencilerimize okumalarını tavsiye etmeyeceğimiz sanatçıları “ya sınavda çıkarsa” düşüncesiyle öğretmekten, kafalarını gereksiz bilgilerle doldurmaktan bir an önce vazgeçmeliyiz.
Derslerimizde onlara ayıracağımız zamanı kıyıda köşede kalmış gerçek şairlere, öğrencilere dil ve edebiyat zevki aşılayabilecek hakiki şiirlere ayırmalıyız.